16 Aralık 2007 Pazar

90 Dakikalık Diziler İçin Yayıncılar Birliği ve Kanal Temsilcileriyle Masaya Oturuldu

14 Aralık Cuma günü Plaza Otel'de yapılan toplantıya Yayıncılar birliğiyle meslek örgütü temsilcileri katıldı. Süresi 90 dakikaya ulaşan Tv dizileri yüzünden düşen kalitenin masaya yatırıldığı toplantıya şu kuruluşlar katıldı.

TOPLANTIYA KATILANLAR

TVYD BAŞKAN NURİ M.ÇOLAKOĞLU
TVYD GNL SKR DURSUN GÜLERYÜZ
KANAL D PELİN DİŞTAŞ
ATV MUTLU İNAN
SHOW TV HALUK ŞİRİN-AV.SEVAL COŞAR
STAR GÖKHAN TATARER
FOX KORAY ALTINSOY
TV8 DİDEM CAN
KANAL 7 ZEYNEP TOR-NAZİF TUNÇ(SENARİST)

MESLEK KURULUŞLARI



Sinebir: İsmail Güneş-Erdoğan Akduman- Çağan Irmak- Yüksel Aksu
Tesiyap: Birol Güven-Mine Vargı
Sinesen: Ahmet Keskin-Serkan Acar
Mesam: Hasan Saltık
Çasod ve Soder temsilcileri çağrılı oldukları halde katılmamışlardır.
Sinebir başkan yardımcısı Erdoğan Akduman toplantı sonucu şu açıklamayı yaptı:
Konu,üç temel başlık üzerinden değerlendirilmiştir.
a) İNSANİ BOYUT
Dizi filmlerde çalışanların sosyal ilişkileri normal boyutların çokaltına düşmüş ve insanca yaşama sınırlarının dışına taşmıştır.
b) YASALAR
Günlük ve haftalık çalışma saatleri yasaların ön gördüğü koşullarauymamaktadır. Fazla mesai koşullarını bile aşmaktadır
c) KALİTE
Yasalarla belirlenen çalışma saatlerinin çok dışına taşan ve insaniboyutları fazlasıyla aşan çalışma temposu sonucu her anlamda kalitedüşmektedir.
Sevgili arkadaşlar, sizlere kısaca özetlemeye çalıştığım bu üç temelbaşlıktan oluşan "dizi filmlerin sürelerinin neden kısaltılmasıgerektiği" konusunu,Yayıncılar Birliği temsilcileri dikkatle dinledi ve bizleri haklı buldu. Ancak, dizi filmlerin sürelerini kısaltmanın bugünden yarına olabilecek bir şey olmadığını anlattılar.Reklam verenlerleyapılan sözleşmelerin genelde altı ay ile bir yıllık olduğunu, bu süre içinde dizi filmlerin süresinin kısaltılmasının söz konusu olamayacağını, bu zamandan sonrası için hazırlık yapılması gerektiğiüzerinde duruldu. Detaylı çalışma için yıl başı sonrası Yayıncılar Birliği ve Tesiyap bir araya gelecek ve konu üzerinde çalışacaklar. Daha sonra Sinebir ve diğer katılımcı kuruluşlartekrar bir araya gelecek ve zaman içinde bu soruna köklü bir çözümgetirilecek. Böyle umuyor, böyle düşünüyoruz. Konunun çözümü için ne gerekiyorsa yapacağız. RTÜK İle görüşme henüz gerçekleşmedi. Başkanın İstanbul'a gelmesi bekleniyor.
Sevgi ve saygılarımla.
Erdoğan Akduman
SİNEBİRBaşkan yardımcısı

12 Aralık 2007 Çarşamba

SENARYO YAZARI PERTOS MARKARİS İSTANBUL'DA


ÜNLÜ SENARİST VE YAZAR MARKARİS İSTANBUL'DA

İstanbul Heybeliada doğumlu yazar ve senarist Petros Markaris ile New York merkezli Digital Film Academy (DFA)'nin öğrencileri bir araya geliyorlar.

NY Village Voice tarafından New York’un En İyi Film Okulu seçilen ve film yapımının tüm evreleri üzerine uygulamalı teknik eğitim veren bir film akademisi olan DFA’nin öğrencileri ile Theodoros Angelopulos’un 1936 Günleri, Büyük İskender, Leyleğin Geciken Adımı, Ulysse’in Bakışı adlı filmlerinin senaryolarını kaleme alan oyun ve polisiye roman yazarı Petros Markaris hem senaristlik ve sinema hem de Ağustos ayında Merkez Kitaplar’dan çıkan kitabı Balkan Blues üzerine söyleşecek

Tarih: 13 Aralık Perşembe
Saat: 15:00 - 16:00
Yer: Digital Film Academy
HALASKARGAZİ CAD. KİPMAN APT. NO:401 B-BLOK KAT:8
ŞİŞLİ

Düzenleyen: Merkez Kitaplar

kaynak:medyabul.com

9 Aralık 2007 Pazar

SEDAT SİMAVİ'Yİ ANIYORUZ

İlk senaryo yazarımız ve ilk dramatik film yönetmenimiz Sedat Simavi'yi 11 Kasım 1953'de kaybetmiştik. Aynı zamanda ilk Türk karikatüristlerinden olan Simavi savaş yıllarında milli mücadeleye destek veren tek mizah dergisini çıkartmıştı. Ne yazık ki ustanın filmlerinden tek bir kare bile mevcut değil. Ama karikatürleri sergileniyor.

İstanbul, Saraçhanedeki tarihi kemerin hemen yan tarafında bulunan KARİKATÜR VE MİZAH MÜZESİ'nde, 12 Aralık Çarşamba günü, saat:17'de Sedat Simavi sergisi açılacak. Sergi 31 Aralık 2007 tarihine dek açık kalacak.

BİR FİLOZOF ! Rıza Tevik - Sedat Simavi'nin çizgisiyle

İLK TÜRK SENARYO YAZARI

İLK SENARYO YAZARIMIZ : SEDAT SİMAVİ

Henüz Eisenstein ortaya çıkıp da sinema kurallarını belirlemeye başlamadan 1916 yılında Türkiye’de genç bir adam senaryo yazıp, film çekmeye niyetlenmişti…

Sedat Simavi adını şu an medyanın amiral gemisi Hürriyet Gazetesi’nin kurucusu olarak biliyoruz. Oysa geçmişte yaptıklarıyla, duruşuyla önemli izler bırakmıştır. Ne yazık ki bu izler, kendi çocukları da dahil olmak üzere büyük çoğunluk tarafından görmezden gelinmiştir.

1-Sedat Simavi, gazeteciliğinin yanı sıra öncü kuşak karikatürist ve mizahçılarındandır. Özellikle milli mücadele döneminde çıkarttığı “Güleryüz” adlı mizah dergisinin ayrı bir önemi vardır. Aynı dönemde birçok mizah dergisi çıkıyordu, örneğin Refik Halit’in “Aydede” si gibi. Ama Hepsi milli mücadele aleyhine yayın yaparken bir tek Simavi’in dergisi milli mücadeleye destek veriyordu.

2-Dünyada sinemanın emeklediği yıllarda Simavi film çekmeye sıvanmışı; ilk konulu film yönetmeni ve senaryo yazarı odur. Müdafayı Milliye Cemiyetinin desteğiyle çekilen, yarım kalmış bir “Alemdar Mustafa Paşa” filminden sonra çektiği “Pençe” ve “Casus” filmleri gösterime giren ilk konulu Türk filmleri olarak tarihe geçmiştir.

Ne yazık ki Sedat Simavi’nin talihsizliği her zaman varolmuş, ne döneminde ne de sonrasında kıymeti bilinmiştir.

“Pençe” filmi gösterime girdikten sonra Temaşa Dergisi’nde yapılan şu eleştiriye bakar mısınız :

“…. Müdafaa-i Milliye cemiyetinin ilk eres-i sanatı olan Pençe unvanlı, seyri sadece Türkleri değil, herkesi utandıran eseri intihap ederek o zamana kadar işlediği hata-i meddiyyeye bu sefer en ağır bir cürm-ü maneviyeyi de ilave ediyor. Mevzudaki budalalık ve bayağılıkla tarz-ı tertip ve icraattaki cahillik ve tabiatsızlık bu eserde elele vermiş belhat vukufsuzluğumuzun edebi bir numune ve timsali diye raks ediyor. Elhasıl gerek tavar gerek kerhen cemiyet bu Pençe namındaki sefil şeritle kendisini olduğu kadar, izzeti nefsi milliyeyi ve hatta orada temsile iştirak eden sanatkârları olduğu kadar, seyredenleri de terzil etmiştir.”

Gördünüz mü, ilk Türk filmi hakkında yazıldığına göre “ilk Türk film eleştirisi” oluyor bir yerde (Ne güzel bir ilki daha bulduk)
Üslup olarak günümüzün “bazı” eleştirmenlerini anımsatsa da biraz el insaf demek gerek.
Yıl 1917; kıyaslanacak bir örnek yok, sinemada estetik değerler henüz belirlenmemiş. Ama muhterem münekkit tozu dumana katıyor, biraz dikkat edilirse bu eleştiride esaslı bir kıskançlık seziliyor. Bu muhterem eleştirmenin adı Muhsin Ertuğrul…
Kurtuluş savaşı başladığında soluğu Almanya’da alan, döndüğünde Türk tiyatrosunun öncülüğünü yapan boş vakitlerinde de film çeken, sonra kendi filmleri eleştirildiğinde “Münekkitlerin zararları” başlıklı yazılar yazan Muhsin Ertuğrul…


Bu ilgisizlik sonucu söz konusu filmlerden tek bir kare bile mevcut değil. Koskoca basın imparatorluğunun sahibi olan mirasçıları bile bu filmleri bulmak için en ufak bir girişimde bulunmamışlar, ellerindeki büyük gücü kullanmaktan kaçınmışlardır. Sadece anılarla, belgelerle ve bu tür eleştirilerle (olumsuz bile olsa) sinemacılığı hakkında bilgi ediniyoruz.

Reddedilemez bir gerçek var ki; şu an için bilinen ilk konulu film senaryo yazarı ve yönetmenimiz Sedat Simavi’dir.
Dolayısıyla öncümüz ve ustamızdır.


1898 doğumlu Simavi 11.Kasım 1953’de ölmüştür.


Senaryo yazarları ve yönetmenler olarak onun anısına bir şeyler yapmak gerek diye düşünüyorum…

Ne dersiniz?


CASUS

Yönetmen ve Senaryo : Sedat Simavi
Görüntü Yönetmeni : Yorgo
Oyuncular : Dar-Ül Bedayi oyuncuları
Yapımevi (şirket) : Müdafaa-i Milliye Cemiyeti
Konu : 1. Dünya Savaşında geçen bir casusluk serüveni
Notlar : Bir iddiaya göre film "casus" adını taşıyan bir oyundan uyarlanmıştı. Bir başka karşı iddiaya göre ise bu adla bir oyuna rastlanmamıştı.


PENÇE
Yönetmen ve Senaryo : Sedat Simavi (Mehmet Rauf'un aynı adlı dört perdelik oyunundan)
Görüntü Yönetmeni : Yorgo
Oyuncular : Eliza Binemneciyan, Nurettin Şefkati, Raşit Rıza
Yapımevi (şirket) : Müdafaa-i Milliye Cemiyeti.
Konu : Şehvet düşkünü isterik bir kadınla ilişki kuran Pertev ve evli bir kadın uğruna yuvasını unutan, arkadaşı Vasfi'nin öyküsü.
Notlar : Seyirci önüne çıkan ilk Türk filmi. Aynı zamanda açık-saçık sahneleriyle dönemin ilk tepki alan filmi oldu.

ATAY SÖZER

VE BİR BELGE

Şeyhülmuharririn Burhan Felek, yarım kalan “Alemdar Mustafa Paşa” filminin kameramanlığını yapmış. “Geçmiş Zaman Olur Ki” kitabında bununla ilgili anısını şöyle anlatır…

ALEMDAR MUSTAFA PAŞAYI NASIL ÇEVİRDİM ?

Burhan FELEK

Sedat Simavi merhum iyi dostlarımdandı. Sevişirdik. Sedat’ın gazetecilikte geniş denecek derecede kabiliyeti vardı. Çok işe başlar, tutanı, tutmayanı örterdi. Sonunda işin bilânçosu müsbet mi olurdu, menfi mi olurdu pek bilemem. Çünkü işbirliği yaptığım şahısların ve müesselerinin mali işleriyle ilgilenmezdim.

Sedat’ın çakırdığı dergilere yazılar yazardım. Hatta abana bir de fotoğraf rehberi yazdırdı ve bastı idi. Bilmem mevcudu kalmış mıdır? Dostluğumuz Cumhuriyetten önce başlar.

Sedat eğlenceli adamdı, şakacı adamdı, zevkli adamdı. Bir ara hele “Hürriyet” i çıkartmadan az evelline kadar dostluğumuz çıplak isimle birbirimizi çağıracak ve uluorta hitab edecek kadar sıklaşmıştı.

Bu girişi neden yapıyorum?
Sedat’la olan dostluğumuzun derecesini ve nerelere kadar gittiğini anlatmak için.

Şimdi dönelim geriye. Sene 1916 sonları veya 1917 başları.
Sedat haber gönderdi, galiba adı şimdi “Cemal Nadir Sokağı” olan İran sefaretinin arkasındaki sokaklardan birinde Yenigün’ü çıkartıyordu.Ne yapıyordu, bilmiyorum.Yalnız bildiğim bir şey varsa Birinci Cihan Harbinin ortalarında idik. Gittim.
- Hoş geldin ! dedi. Önünde bir takım krokiler, resimler, yazılar, falan…
Sedat’ın ressam veya resme meraklı eli çizgiye yatkın artist bir çocuk olduğunu bilirdim.
- Film çevireceksin! dedi.
Şaşaladım, ben fotoğraf çekerdim. Fotoğrafın teorisini de bilirdim. Ama hiç film
çevirmemiştim. Yalnız o zamanlar Türkiye’nin yegane fotoğraf ve sinema makineleri ithalatçısı olan İpekçi Kardeşlerin şubesinde amatör olarak teknik müşavirlik ettiğim için bilhassa Derby adındaki elle çevrilir manivelalı film alma makinesini bilirdim. Ama bununla film çevirmek arasında çok mesafe vardı, onun için:
-Ben film çeviremem, hiç çevirmedim, dedim.
-Çevirirsin, çevirirsin, basit şeydir.
-Nedir bu film ?
Anlattı:
-Ben “Alemdar Mustafa Paşa” diye bir senaryo yazdım. Alemdar’ın Ruscuk’dan
İstanbul’a gelişi. Bütün onun sahneleri, Üçüncü Selim’in katli ve nihayet Alemdar’ın Babıali’de kendi kendini uçurması…
-Enteresan...
-Başladık filme…
-Yaa…
-Evet. Bütün askeri müzedeki efrat ve oradaki kılıklar emrimizde. Topkapı Sarayının her yerinde film çekme müsaadesini aldım…
-Kim finanse ediyor?
-Müdafaa-i Milliye cemiyeti…
-Yaa, hiç haberim yok !..
-Başrolü aktör Burhanettin Tepsi yapacak. Bazen ben, bazen o rejisörlük edeceğiz. Müzedeki askerlerden bol figüran alıyoruz. Mehteri bile veriyorlar. Sahnelerin bir kısmını çevirdik bile.
-Neden beni çağırdınız?
-Kardeşim. Filmi Kenan çeviriyordu. Kenan’ı bilirsin, geçimsiz bir çocuk, bilmem neden kızmış, bırakmış gitmiş, haber gönderdim gelmiyor. Her şey hazır. Aktör hazır, senaryo hazır, operatör yok. Seni düşündük.
-Aman Sedat, ben böyle uzun boylu senaryolu film çeviremem. Dakikada 16 devirden bir çeyrek manivela çevirmek kolay mı?
Sedat kafasına koyduğu şeyi yapan bir çocuktu.
-Çevirirsin. çevirirsin ben de yardım ederim.
Ben tereddüt halinde iken:
-Hadi cemiyete git, makineleri falan gör. Cemil beyle, Saip Servet beyle temas et, seni Aktör Burhanettin ile görüştürsünler, artistleri tanı, dedi.
*

Ondan sonra aktörlerle tanıştık. Aktön Burhanettin Bey iri yarı pehlivan kılıklı, Paris’te tahsil etmiş şöhreti büyük fakat sanat kıymeti pek yüksek olmayan bir zat idi. Ama Paris’te okumuş, buraya gelmiş. Filmin de rejisörü. Ne isterse, ne derse onu yapıyorduk. İşin kötü tarafı nasıl ben ilk defa film çekiyorsam, o da ilk defa kamera karşısında oynuyordu. İtiraf etmeliyim, Alemdar Mustafa Paşa için seçtiği kıyafeti o zaman beğenmiştim. Kurtdereli Mehmet Pehlivana benziyordu.
Filmde Şeyhülislam rolünü adını hatırlamadığım bir Ermeni oynuyordu. Hatta filmin aktörleri arasında bulunan zamanın meşhur komiklerinden Fahri “çekiliş sırasında bu Ermeni ile:
-Zo namazın şartları kaçtır? diye alay ederdi. Öteki de cevap vermekten geri kalmazdı.
*
Ben bu filmin çektiğim üç sahnesini hatırlıyorum. İşte bu üç sahnenin hikayesi :

-Revân Köşkünde ışığa karşı çekiyoruz. Ne suratlar belli, ne mimikler. Ama çekiyoruz. O zaman bizim elimizde arka lambaları veya kuvvetli elektirik ışığı veren ampuller yok. Zaten sarayda böyle şeyler yasak, içeride gün ışığı bol değil. Ama çektik filmi. Yavaş da çekemiyorum. Gösterirken otomatik makine normal hızla gösterince filmde herkes koşmaya başlar.
Huzura giren herif kimse Padişahın saçağını öpecek, sonra elpençe divan duracak, bir şeyler söyleyecek, sonra geri geri gidecek.
Herif bir kere huzura girerken ayağı bir yere takıldı sendeledi, filmi tekrarladık. Sonra geri geri çekilecek yerde ters yüzü döndü. Aman zaman demeye vakit kalmadan çıktı gitti. Napalım, film pahalı, benim vaktim yok.
-Zararı yok, filmi basarken giriş sahnesini bir de ters basarız olur, dedi. Biz yuttuk. Ama böyle bir şeyin pratikte kabil olmadığını düşününce buldum. Zaten atölyede de güldüler.
-Ayol, o senin dediğin filmi ters çevirirsen olur. Ve bütün hareketler ters olur! dediler, vazgeçtik.
*
Alemdar’ın Babıali mahzeninde gözdesiyle birlikte kendini uçurması kolay olmadı. Mahzen kılıklı bir yer bulduk, ortaya bir eski tahta fıçı koyduk. Fıçının üst kapağına bir avuç magnezyum tozu koyduk. Bildiğiniz gibi bu toz eskiden kapalı yerlerde çekilen fotoğraflarda parlak ışık vermek için yakılırdı. Hatta hâlâ mevcut flaş ampulleri magnezyum telleri ile doludur.
Uzatmayalım. Aktör Burhanettin’in eline bir piştov verdik, ben karşıya geçtim. Makineyi kurdum, silahı çekip güya barut fıçısına ateş edecek. Silahtan çıkan alev barutu patlatıp üzerindeki Alemdar’ı öldürmeye gelmiş zorbalarla birlikte mahzeni uçuracak…
Burhanettin Bey korkak adam, fıçının yanına yaklaşmıyor. O yaklaşmazsa biz magnezyumu ateşleyemiyoruz. Çünkü bir fitil yaktık, o bitecek, tam magnezyuma yaklaşırken Aktör Tepsi ateşleyecek.
Baktım olacak gibi değil.
-Burhan Bey, siz boyuna eteş edin biz de çekelim. Elbet birinden birinde magnezyum patlayacak, dedim.
Öyle yaptı ve magnezyum patladı. Ama tabanca havada iken. Ne ise. Biz birkaç kere keserek onu fıçıya yaklaştırdık. Patlamada bütün sahne bembeyaz oldu. Orada da ben on kare beyaz boydum. Sonra Alemdar enkaz altında yatıyorken bir sahne çektik. Onu da ilave ettik. Film bitti. Halbuki mahzen adamın üstüne çökmüştü. E o kadarı da olur.
*
Gelelim “Ruscuk Ayanı” sahnesine, 150 kişi kadar cephe geresi askerlerden ve bir iki aktörden mürekkep Ruscuk Ayanı önünde Alemdar Mustafa Paşa kılıcını çekti. Havayı kesip biçerek halkı Padişahı kurtarmak için İstanbul üzerine yürümeye teşivik ediyor. Ben de manivelayı çeviriyorum. Bir de baktım ki Burhan Bey ağzı kapalı,yani hiçbir şey mırıldanmadan kılıç sallayıp duruyor. Ben prizi durdurdum, o da gördü.
-Ne oldu, neye durdunuz ? dedi.
-Ağzınız kapalı Burhan Bey. Bir şey söylemiyorsunuz.
-Ne lüzumu var, film sesli mi?
-Ama birinci planda sizin ağzınızı açmadan konuştuğunuz görülüyor. Olur mu böyle şey, diyince bana hak verdi ve sahneye tekrar başladık. Ne ise iyi kötü bir sahneyi bitirdik.Tabii bütün o kalabalığı birkaç defa kameranın önünden ayrı ayrı kılıklarla geçirdik, o da bitti.
Sedat’ın bu kadar eskizi, cemiyetin bu kadar masrafı benim fisebillullah yorgunluğum neticesinde gerçekten rezalet bir şey çıkmak üzere iken harp bitti. Müdafaa-i Milliye Cemiyeti dağıldı. Mallarını maliye hazinesine devrettiler.
O arada bu acayip film kim bilir ne oldu?
Şimdi iyi kötü parçalarını bulsak ne kadar enteresan bir belge teşkil ederdi, ilk Türk filmi…

Zikrimin İnce Gülü

ZİKRİMİN İNCE GÜLÜ
MÜŞAVİRİN ŞEN BÜLBÜLÜ


“Fikrimin İnce Gülü” bir TV dizisi önce “Bir Adalet Ağaoğlu uyarlaması mı acaba?” diye düşünülse de sonunda adını İsmail Hakkı Bey’in aynı isimli yürük semaisinden aldığı öğrenildi. Dizinin senaryo yazarları Rüya İşçileri, başrol oyuncusu ise “Kültür Bakanlığı müşaviri ve Belediye sanat danışmanı Kenan Işık…”
Diziyle ilgili dertler daha ilk bölümlerden başlamış, ramazana denk gelen ilk bölümlerdeki içki sahneleri sorun olmuş; işte o günlerden bir gazete haberi :

Belediye başkanını oynayan Işık, dizinin çekilen bazı bölümlerinin Ramazan için iptal edilmesini yerinde buluyor. Hatta bu konuda yapımcıyı uyararak önceden çekilmiş bölümlerin çöpe atılmasını da kendisi sağlamış. Yapımcı Fatih Aksoy'un da bu konuda hassasiyet gösterdiğini söyleyen Işık, "Belki bizim için zor oluyor, gece gündüz yetiştirmek için çalışıyoruz; ama olsun, buna değer." diyor.

İlginç değil mi, bir oyuncu; bizzat uğraşarak çekilen bölümleri çöp attırarak mahalle baskısının tipik bir örneğini veriyor.

Dizi 8.bölümden sonra yayından kalktı; pek çok dizi gibi reyting kurbanı oldu; buraya kadar tamam, şaşılacak bir şey yok. Ama Kültür Bakanlığı müşaviri ve Belediye sanat danışmanı Kenan Işık’ın şu sözlerine bakar mısınız… İşte gazetelerden o haber :

Sekizinci bölümden sonra yayından kalkan 'Fikrimin İnce Gülü' dizisinin başrol oyuncusu Kenan Işık, senaristlere verdi veriştirdi: Kimse beni aşk üçgeni içinde kalmış ve rüşvetçi bir belediye başkanı gibi gösteremez!..

'Kuzey Rüzgarı' adlı diziden ayrılan Kadir İnanır'ın ardından, 'Fikrimin İnce Gülü'nde başrol oynayan Kenan Işık da 'senarist kurbanı olduğunu' iddia etti. Işık, Aydan Şener ile oynadığı dizinin yayından kaldırılmadığını vurgulayarak, "Senaristlerin beni rüşvetçi belediye başkanı ve bir aşk üçgeni içinde yazmasını kabullenemediğim için diziyi bitirdim" dedi.

HALK DA BUNU TASVİP ETMEZ

Kenan Işık, "Dizisi yayından kalkan adam durumuna düşmek istemem çünkü ben bunu hak etmedim" diye konuştu. Senaryonun gidişatından memnun olmadığı için projeyi sürdürmek istemediğini vurgulayan Kenan Işık, 'Aşk Oyunu', 'Kurşun Yarası' gibi uzun soluklu dizilere imza atan senaryo grubu Rüya İşçileri'ne ilişkin sıkıntılarını şöyle ifade etti:

"Çok uzun süre devam edecek iyi bir hikayesi vardı ama senaryoyu yazan arkadaşlara bazı şeyleri anlatamadık. Kenan Işık'ı almışlar belediye başkanı olarak dizinin kahramanı yapmışlar, sonra da rüşvetçi belediye başkanı diye senaryo yazıyorlar. Bu olmaz! Ben kendimi rüşvetçi başkan olarak göstermek istemem! Aydan da memnun değildi. Bir kadın var; iki aşk arasında kaldığını söylüyor. Böyle şey olur mu? Bunu halk da tasvip etmez. Biz bitmesinin bu şekilde devam etmesinden daha hayırlı olacağını söyledik."

'Fikrimin İnce Gülü' dizisinin senaryo grubu 'Rüya İşçileri' adına konuşan Meriç Demiray, "Kenan Işık'ın karakterinin tüm özellikleri en başından beri belliydi" diyerek, Işık'ın iddialarına şöyle yanıt verdi: "Rol kendisine teklif edildiğinde, Kenan Işık ve Aydan Şener'e dört bölümlük senaryoyu vermiştik. İlk bölümde Işık kasabadaki çarşıyı dağıtıyordu. Karakterinin tüm özellikleri en başından beri belliydi. Konservatuar mezunu olan birinin rolüne böyle bakması çok ilginç! Ayrıca başrollerin de artık zaafları olduğu senaryolar yazılıyor. Rollerin pirüpak olduğu senaryolar, 80'lerde kaldı.

EKİPLE AYNI DİLİ KONUŞAMADIK!

Bir dizinin başarılı olabilmesi bütün ekibin anlaşabilmesi gerekir. 'Fikrimin İnce Gülü'nde bazı oyuncular ve yönetmenle aynı dili konuşamadık. Şanssızlık! Dizide büyük bir aşk anlatılıyordu, Kenan Işık'ın rolündeki asabiyet de; yıllar önce biten bu büyük aşk sonrasında inancını yitirmiş olmasından kaynaklanıyordu. Bazen diziler uyumsuzluklar yüzünden tutmaz. Dizi yayından kalktıktan sonra garip nedenler ileri sürmek çok da doğru değil..."

Eee dervişin fikri neyse zikri de oymuş...
Kültür Bakanlığı müşaviri ve Belediye sanat danışmanı Kenan Işık müdahalelere devam ediyor; bir başka söyleşisinde “Senaristler karakter profiline uymadılar” türünden laflar söylüyor.
Sayın müşavir , rüşvetçi bir başkanı oynamazmış; anladığım kadarıyla bir sonraki seçim için parlamentoya hazırlanıyor. Belki müşavirliğini yaptığı bakanlık koltuğunda hayal ediyordur kendini. E tabii hal böyle olunca da imajını çizdirmek istemiyor.
Af buyurun acaba tiyatroda Othello oynaması gerekirse ne yapacak; “Kimse beni onun bunun gazına gelip karısının ümüğünü sıkan bir Arap gibi gösteremez!” mi diyecek !

Kültür Bakanlığı müşaviri ve Belediye sanat danışmanı Kenan Işık’ın senaryo yazarları için kullandığı kelimeler rahatsız edicidir, budan daha vahimi sayın müşavirin senaristi kendi emrinde çalışan bir arzuhalci gibi görme alışkanlığıdır, pratikte olmasa bile kafasında olan budur. Şu değişen karakter profili meselesine gelince; Tv dizilerinde bu hep görülen bir durumdur. Amerikan dizileri dahil, pek çok dizinin ilk bölümündeki karakter, ilerleyen bölümlerde farklı bir hale gelebilir. Bunun nedeni de reytingdir. Karakter gerekli ilgiyi görememişse ona acilen operasyon yapıp yükselişe geçirmek gerekir.
Eğer sayın müşavirin karakterinde bir değişme olduysa bunun suçlusu biraz da kendisidir, demek rolünüzü yeterince iyi oynayamadınız ki böyle bir değişiklik düşünülmüş.

Bir senaryo yazarı olarak sayın müşavirin bu tutumunu kınıyorum, ayıplıyorum ama müşavir beye de bundan sonraki siyasi yaşamında başarılar diliyorum.

Eminim ve son kararım…

Atay SÖZER

5 Aralık 2007 Çarşamba

HAK ARAMA YOLUNDA ÖNEMLİ BİR ADIM

90 DAKİKALIK DİZİLER ÇALIŞANLARINI SONUNDA İSYAN ETTİRDİ


Amerikalı senaryo yazarlarının pek çok sorunlarını çözdükten sonra İnternet hakları gibi nedenlerden dolayı greve gitmeleri, Türk sinema-tv sektörü çalışanlarının gıpta ile bakmalarına yol açmıştı. Pek çok sorunu olan sektör çalışanlarının ilk sıralardaki dertlerinden biri de süresi 90 dakikayı bulan dizi filmlerdir.RTÜK’ün reklam sürelerine kısıtlama getirmesinden sonra daha fazla reklam kuşağı alma uğruna uzattığı diziler 90 dakikayı bulmuş durumda, bu bir sinema filmiyle eşdeğer bir zaman. Ama bir haftada yazılıp çekilmek zorunda; yazarından, yönetmeninden, set teknisyenlerine kadar herkes 18 saate kadar çalışmakta, bu durumda dizilerin kalitesinde büyük bir düşüşe neden olmaktadır.

Bu kötü gidişin farkına varan SİNEBİR (Sinema Eser Sahipleri Meslek Birliği) üyesi yönetmen ve senaristler neler yapılması konusunda toplandılar. Yeni yönetim kurulunu geçtiğimiz gün belirleyen SİNEBİR'in merkezinde yapılan toplantıya SİNESEN (Sinema Emekçileri Sendikası) temsilcileri, yapımcı temsilcileri, hukukçular da destek verdi.
Toplantıya FİLM-YÖN ve SENDER üyesi pek çok yönetmen ve senaryo yazarı katıldı. İvedi olarak yayın kuruluşları ve RTÜK temsilcileriyle bir görüşme yapıp sorunların anlatılıp çözülmesine karar verildi.
Çalışanlar “O kadar yoruluyoruz ki bir gün toplu olarak hastalanıp rapor alabiliriz; o hafta da hiçbir sevilen dizi ekrana gelmeyebilir dediler.

SENARİSTLER GREVİ TAM GAZ DEVAM EDİYOR

Amerika’daki senaristlerin grevi tam gaz yayılmaya devam ediyor…
Geçtiğimiz hafta tüm dünyanın severek izlediği “Prison Break”, senarist grevi yüzünden 3. sezonun orta yerinden izleyicisine veda etti.
Bu hafta da bir diğer dizi “Heroes”, 2. sezonun 11.bölümünü yayınlayarak hayranlarına veda etti.
Dizilerin kaldıkları yerden ne zaman devam edecekleri şimdiden merak konusu olmaya başladı. Bazı kaynaklar Mayıs ayında tekrar gösterime girebileceklerini açıklarken bazıları ise bir dahaki sezon başlangıç tarihine yani Eylül ayına kadar sarkabileceğini söylüyor.

Dünyanın en çok beğenilen dizisi “Lost”, Şubat ayında 4.sezonuyla izleyiciyle buluşmayı planlıyordu. Ama senaristlerin bu iddialı grevi “Lost”u da etkileyecek gibi görünüyor.

Amarikalı senaryo yazarlarının örgütlü olarak haklarına sahip çıkmalarına Türkiye'deki meslektaşları gıpta ile bakmakta. En tabii hakları olan telif haklarını almakta bile sorunlar yaşayan Türk senarislerin kalbi Amerikalı meslektaşlarının yanında.

Avrupa Senaryo Yazarları Federasyonunun üyesi olan SENDER (Türkiye Senaryo Yazarları Derneği) tüm dünyadaki yazar örgütleriyle birlikte hareket edip, Amerika'daki grevi desteklediklerini açıkladı.

















YASAKLASAK DA MI SAKLASAK, YASAKLAMASAK DA MI SAKLASAK

Cumhuriyet 4-12-2007 tarihli FIRAT KOZOK imzalı bir haber.
RTÜK'ten kanallara 'sihirli dizi' uyarısı

Televizyon kanallarıyla yaptığı görüşmeler sonucunda sır dizilerinin azaltılmasını sağlayan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), bu kez gündemine "sihir dizilerini" aldı. Özellikle çocuklar üzerinde etki bırakan, "cinli" , "perili" , "cadılı" diziler için televizyon yöneticileriyle toplantı yapılacak. Dizileri yayından kaldırmayan kanallara yaptırım uygulanacak.
Bir süre önce Fethullah Gülen 'e yakınlığıyla tanınan Samanyolu Televizyonu tarafından başlatılan ve hızla yayılan "sır dizileri" ne kısıtlama getiren RTÜK, sihir dizileri için de harekete geçti. Kurul, bir iyilik perisi olan Selena , olağanüstü güçlere sahip inciyi anlatan Kara İnci , Acemi Cadı, En İyi Arkadaşım Cino gibi doğaüstü güçleri konu alan dizilerle ilgili yoğun şikâyetleri incelemeye aldı. Televizyonların yöneticileriyle toplantılar yapmayı planlayan Kurul, bu tür programların kaldırılması için telkinlerde bulunacak. Ancak televizyonların duyarlılık göstermemesi durumunda cezai yaptırımlara başvurulacak. Ailelerden RTÜK'e gelen şikâyetler, söz konusu programların çocuklar üzerinde ne derece etkili olduğunu da gözler önüne seriyor. Ailelerin bazıları, dizileri izleyen çocukların "uçmaya çalıştığını" belirtirken, bazıları internet üzerinden kampanya yürütüyor.

Şu RÜTÜK her "Burnum hıyar" diyene bir avuç tuzunu alıp koşturuyor. Bir ara Binbir Gece, dizisine uyarı gelmişti, nedeni okulun birinde muzır bir genç, kız arkadaşına "150 bin" demiş. Demese uyarı gelmeyecek; iyi mi? Sihirli diziler denmesinden murad aslında fansastik diziler.

Bu dizilerin eleştirilecek yönleri yok mu? Var... Örneğin fansastik havalarından zaman zaman çıkmaları, çocuklara seslenen dizilerde genç kızların lolita gibi dolaşmaları, erotizmin yaş grubuna göre ön planda olması, çocukların uyuma saatinde gösterilmeleri falan. Ama yok, muhteremler ona değil de yapılan sihirlere takmışlar, çocukların kafasını karıştırıyormuş, seyredenler uçmaya kalkıyormuş.O zaman bu kafa her çocuğun dinleyerek büyüdüğü ninnileri, keloğlan masallarını da yasaklar, hele hele lambadan cin çıkaran Alaattin hiç ortaya çıkmasın. Sahi o masal da 1001 gece massaları içindeydi. Şimdi ister misiniz Binbir Gece'ye bir uyarı da bundan dolayı gelsin.