16 Kasım 2007 Cuma

RIDVAN AKAR'DAN YANIT VAR

Antalya Festivali'nde yaşanan dayak skandalından sonra olaya adı karıştırılan gazeteci Rıdvan Akar, konuyla bilgili bir basın açıklaması yaptı:

Kamuoyunun bilgisine:

21 Ekim Günü saat 21.25’de TÜRSAK Başkanı Engin Yiğitgil’in Festival Basın Danışmanı Nimet Demir’e yaptığı saldırının ardından üç hafta geçti. Bu üç hafta içinde TÜRSAK kaynaklı bir lobi faaliyetine maruz bırakıldık. Adımın da konu edildiği bu lobi faaliyeti nedeniyle sizleri yorma pahasına aşağıdaki açıklama zorunlu hale geldi.
Bu zaman dilimi içinde Nimet Demir sadece Festival’in son günü yaşadığı saldırıyı sadece bir tek gün içinde ve zaten bilgiyle gelen iki gazeteciye anlattı. Buna karşılık TÜRSAK Başkanı ve yetkili isimler şunları yaptı:

1. Engin Yiğitgil, Nimet Demir’in açıklamalarından önce, kendisiyle röportaj yapan gazeteciye “Nimet Demir bana saldırdı” dedi. (Dikkatinizi çekerim: “saldırı yapan” kişi tek başına Yiğitgil ve arkadaşlarının yanına gidiyor. 1.55 boyunda, 47 kilo ve 50 yaşında bir kadından söz ediyoruz.)


2. Ertesinde, Demir’e ve gazetecilere dava açıp, kazanırsa alacağı tazminatı “Hayvanları Koruma Derneği’ne vereceğim!” dedi.


3. TÜRSAK adına “böyle bir olay olmamıştır”, “saldırı iddiasının Antalya Belediyesi ve Altın Portakal’a karşı (!) yapılmış olduğu” açıklaması basına yollandı. TÜRSAK Yönetim Kurulu adına yapılan açıklamada, TÜRSAK’ın geleneğinde (!) kadına şiddet yoktur” ve “mahkemede bile Yiğitgil’in elini tutacağız” minvalinde bir açıklama daha yapıldı.



4. Yiğitgil ve TÜRSAK Yöneticisi üç kişi Festival sponsoru kanalda iki farklı programa katıldı. “Böyle bir şey olmadı, o saldırdı” dediler, “komplo”dan söz ettiler, “savaş”tan söz ettiler, (Bu arada Festival Sponsoru’nun cevap hakkı konusundaki özensizliği ayrı bir hukuk ve etik tartışma konusudur)


5. Ve bununla da yetinilmeyerek TÜRSAK Genel Müdürü ve Senarist Sevinç Baloğlu bu defa konu ile ilgili haber yapan ve ilgilenen kamuoyuna bir mektup yolladı ve gazetecileri dolaşmaya başladı. Nimet Demir, festival süresince olduğu gibi, bu süre içinde de hep sustu.


Baloğlu mektubunda, “Nimet hanımın bizlerin de yakından tanıdığı Mehmet Ali Birand’ın oğlunun şirketinin ortağı ve genel müdürü olması, ya da saygın gazeteciliğini bildiğimiz Rıdvan Akar’ın eşinin ablası olması, kendisine bu kadar haksız suçlamaya taraftar bulabilmesi ayrıcalığını vermemeli” diye yazdı. Dolayısıyla da bu cevap gerekli hale geldi.
Öncelikle ne ben ne de Mehmet Ali Birand hiçbir biçimde hiç bir gazeteciyi bu konuyla ilgili haber yapması için aramadık, aramayız. Bir rica ve telkinde bulunmadık, bulunmayız. Baloğlu’nu, ispat etmeye davet ediyorum. Altın Portakal Film Festivali Başkanı’nın yine Festival Basın danışmanı bir hanıma yaptığı menfur saldırı dünyanın neresinde olursa olsun haberdir. Bu haberi “atlayan” kişinin gazeteciliğinden şüphe edilir.


Gelelim Senarist Baloğlu’nun iddialarına:
Öncelikle böyle bir saldırı olmuştur. Baloğlu’nun senaryosundaki “sen nasıl…..erkeksen teke tek konuşalım v. s.” gibi repliklerini ve daha bir çok mantık dışı teknik kurguyu ifşa etmeye değer bulmuyorum. En yetkili isimler ve olay sırasında orada bulunanlar bu saldırının tanığıdır. Senarist Baloğlu karpuz satıcılarına özgü “kan çıkmazsa” mantığı ile hareket edebilir. Ancak kadına yönelik şiddet şöyle tanımlanmaktadır:
“Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’ne göre "ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma" (1. madde) halidir.Kadınlara Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi'ne göre ise "bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen" şiddettir. Aşağıdaki sorular kendilerine de gönderildiği halde “böyle bir olay olmamıştır” diyen TÜRSAK yetkilileri tarafından yanıtlanmamıştır.

1. Bildirgenin de öngördüğü gibi Bay Yiğitgil, Nimet Demir’i göstererek güvenlik görevlilerine “Ben festival başkanıyım götürün bu karıyı buradan” emri vermiş midir?2. Bay Yiğitgil Nimet Demir’e herkesin duyacağı şekilde sonraları sesinin kısılmasına neden olacak kadar bağırarak, “Seni sinkaf edeyim, senin yanında çalışan kızları da sinkaf edeyim, aileni ve sülaleni sinkaf edeyim, or..pu ve benzeri küfürler savurmuş mudur?3. 29 Ekim tarihli Milliyet Gazetesi’nde Festival’in en yetkili isimlerinden birinin tanıklığını beyan ettiği üzere Nimet Demir’e fiziki saldırıda bulunmuş ve tekme ve tokat girişimi çevredekiler tarafından önlenmiş midir?
Bu aşamadan itibaren doğrudan benim birinci dereceden tanık olduğum görüşmede Bay Yiğitgil, 24 Ekim günü saat 12.30’da Antalya Sheraton Oteli Lobisi’nde Nimet Demir’den özür dilemiştir. Nimet Demir’in avukatının da ikinci tanık olarak katıldığı görüşmede Yiğitgil, “siz beni affedebilirsiniz ama ben kendimi hiç affetmeyeceğim” demiş ve aynı gün odasına çiçek göndermiştir. Nimet Demir’in olayın gelişimi hakkında anlattıkları ve Bay Yiğitgil’e “nasıl yaptınız? Hadi beni, kendinizi ve Altın Portakal’ı düşünemediniz, kızınızı da mı düşünmediniz” sorusu karşısında, benim önümde niçin “genetik tansiyon hastalığım nedeniyle böyle şeyler oluyor, size yaptığımı hatırlamıyorum” demiştir. Böyle bir olay olmamışsa Yiğitgil neden kendisini hiç affetmeyecektir? Böyle bir olay olmamışsa Yiğitgil, ben ve başka tanıkların önünde niçin böyle bir senaryo uydurmuştur? Ayrıca Baloğlu, senaryosunda kendini anlattığı bölümlerin dışında kalan bölümlerinde, özellikle de bir kadın tarafından çok daha fazla dikkat, ilgi ve kadın lehine şüpheciliği haketmesi gereken böyle bir konuda, erkeğe karşı aşırı korumacı, kadına karşı aşırı duyarsız olduğunun farkında değil midir? Yiğitgil’in özür dilemeye gelmesi öncesi beni arayıp “Yaşananlardan pişmanım, Nimet Hanımla konuşmamı sağlar mısınız” ricasından niçin haberi yok veya bunu niçin şiddete uğramış kadının lehine bir an bile hesaba katmıyor? Niçin bir kadın olarak bir kez bile, iddia sahibi kadına bir tek soru bile sormuyor? Niçin kendi senaryosunda bile “her an’ı” izlemiş olması teknik olarak mümkün görünmeyen an’ları bir tek kez bile sorgulamıyor, duyan gören bütün erkeklerin aksine kadınla hiçbir iletişim kurmuyor? Şimdi Bay Yiğitgil’e gösterdiği gözyaşartıcı anaçlığın bir dakikasını, eleştirmek veya yardımcı olmak için bile hemcinsi bir kadına göstermiyor, hiç düşündü mü?

Nimet Demir bu görüşmede Yiğitgil’i sadece bu olaydan çok üzüntü duyduğunu tahmin ettiği eşi ve kızı için affedebileceğini ancak bu özrü samimi bulmadığını belirterek, “lütfen benim kalbimi ve güvenimi kazanın” demiş olmasına ve Yiğitgil de “emin olun, kendimi affettireceğim” demesine karşın, “karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar” misali karşısına çıkan ve bu saldırı ile ilgili soru soran ilk meslektaşıma “hayır o bana saldırdı” demek gafletinde bulunmuş ve Demir’in de –saldırı anında olamasa da- hiç olmazsa medya ortamında kendisini savunması gerekli hale gelmiştir.
Senarist Sevinç Baloğlu’nun “köpekleri seven, centilmen” senaryosuna karşılık Gazeteci Ayşe Karasu’nun Hürriyet Gazetesi’nin 4 Kasım tarihli Hürriyet Gazetesi’nde çıkan Kadın dayakçısının işyeri tacizcisi olarak portresi başlıklı yazısını okunmasını önerim. Bakın Karasu o yazıda Yiğitgil’i nasıl tarif ediyor:
“Ben Engin Yiğitgil’i tanımam ama, İstanbul’daki iş ortamında ona yakın tanık ve kurbanlardan dinlediklerim, Antalya’daki Nimet Demir’in anlattıklarıyla birebir örtüşüyor. Dayak kısmı hariç. Ama küfür, hakaret, aşağılama gırla.
Sabah toplantısında kadınlara "Hayvan herifler, yine tuvalet kağıdını bitirmişsiniz" diye bağırmalar, öfke nöbeti geçirip elinde ne varsa etrafa savurmalar. Yemeğini getirene, "Nereden biliyorsun aç olduğumu" diye çıkışmalar, getirmeyene "Aç olduğumu bilmiyor musun" diye çemkirmeler, sürekli "Burada patron benim" diye büyüklenmeler. İş ortamındakilerin çoğu kadın, dolayısıyla küfür ve hakaretleri işitenler de onlar. Üçüncü şahıs kadınlardan da "o" ile başlayıp "u" ile biten sıfatla bahsediyor Engin Bey. Ama hakkını yemeyelim, ofiste kimseye el kaldırmamış. “
Karasu yazının devamında Yiğitgil’in bu davranışlarından mağdur olan bir eski TÜRSAK çalışanının tanıklığını da aktarmış. Bu mağdur şöyle diyor:
"Sürekli herkesin içinde bağırıyor, küçük düşürüyor, aşağılıyor, duygu dünyamı alt üst ediyordu. Her gün eve ağlayarak gidiyordum. Daha yeniyim, beceremiyorum diye kendime kızıyor, adam haklı diye kendimi azarlıyor ve hızlanmak için gayret sarf ediyordum. Konuşma ve davranış üslubunun bende bıraktığı yaraları anlatacak kelimelerim yok. Ben tüm yüreğimle o kadına (Nimet Demir) inanıyorum, ben sessiz kaldım, o kalmasın istiyorum. O şiddete tanık olup hiçbir şey yapmadığım için özür diliyorum kendisinden."
Yani saldırının “münferit” bir olay ve “sıradan” bir tartışma olmadığı anlaşılıyor. Yiğitgil’in şiddet girişiminden azade olmak için TÜRSAK’da yönetici sıfatı kazanmak ya da saldırı girişim(ler)ini örtecek tıynette mi olmak gerekir?

Köpek sevmek iyi bir şeydir. Ancak insanları da sevmek ve kadınlara da saygılı olmak gerekir. Hitlerin de köpeği vardı ve adı “Blondi” idi. Yani köpek sevmek Hitler’i melek yapmadı. Bu olayda kriter yukarıda anılan “kadına yönelik şiddet” tanımıdır. Nimet Demir bu olay sonunda “veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem” yaşamıştır. Anlaşılan o ki başkaları da yaşamıştır. Ancak Senarist Baloğlu Bay Yiğitgil’in ailesindeki kadınlarla kurduğu empatiyi Nimet Demir için göstermemektedir. Kaldı ki “Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet Araştırması” (Altınay-Arat s. 83) kadına şiddet uygulayan erkeklerin yüzde 17.9’unun üniversite mezunu olduğunu ortaya koymaktadır. Yani kadına yönelik şiddetle “klasik müzik severliğin, kültür adamı” olmanın alakası yoktur.

Kişinin saygın olması için öncelikle okuduğu okul, unvan, kariyer, para, kültürel birikimden önce haksızlık ve şiddet karşısında vicdani ve etik bir tavır sergilemesi gerekir. Saldırı olayı doğrudur. Benim tanıklığımda da ve bizzat Yiğitgil’in dilediği özürde de kabul edilmiştir. Olayı duyup Antalya’ya ulaştığımda Nimet Demir’in olmadığı ama başka tanıkların da olduğu bir ortamda da Bay Yiğitgil sorularım karşısında olayı doğrulamıştır. Bütün bunlar yargı sürecinde de Bay Yiğitgil’in ve Sevinç Baloğlu’nun gerçeği gizleme ve saptırma çabalarının karşısına çıkacaktır.
Hiç kimse TÜRSAK’ın film festivalindeki başarısını, maddi çıkarlarını, bugüne kadarki kaliteli çalışmalarını sorgulamamaktadır. Saldırının perdelenmesi adına ortaya atılan komplo iddiaları ve çalıştığım şirketin geleceğe dönük çıkar beklentisini vurgulayan imalara karşı açıkça şunu vurgulamak isterim: Çalışanı olduğum şirket kesinlikle bir daha TÜRSAK’ın faaliyet gösterdiği sinema ve benzeri herhangi bir sektörde hiçbir iş ve proje önerisini kabul etmeyecek ve bu alanda hiçbir girişimde bulunmayacaktır.
Son olarak hukuki bir aşamaya gelmiş bir olayın hala lobiciliğini yaparak inkarcı bir tavır sergilemek kabul edilemez. Zira şiddeti yaratan kişiyi koruyanlar da kamu vicdanında “suç ortağı”olarak görülür. Ortada sadece bir kişi tarafından bir kadına yapılan fiziki ve sözlü şiddet vardır ve sadece bu davranışa karşı çıkılmaktadır. Senarist Baloğlu’nun kamoyuna yolladığı “senaryosundaki” çok önemli eksik unsur da budur.
Senarist Baloğlu’nun yazdıklarından sonra tanıklığımın kayıtlara geçmesi için bu açıklama zorunlu olmuştur.


Saygılarımla

Rıdvan Akar

Hiç yorum yok: