22 Eylül 2007 Cumartesi

İNTİHAL SORUNUMUZ

Atay SÖZER

Reha Muhtar ATV’de yeni başlayan “Elveda Rumeli” dizisi üzerine bir yazı yazdı. Bu dizinin “Damdaki Kemancı” filmiyle (ve oyunuyla) örtüştüğünü söylüyor. Önce o yazıya bir bakalım sonra da durumu yorumlayalım…

REHA MUHTAR / VATAN
Damdaki skandal

Önceki akşam saat sekiz sularında Ayten Gökçer arıyor telefonla...
-“Evde misiniz Reha Bey?.. Lütfen ATV’yi açar mısınız?.. Elveda Rumeli diye bir dizi oynuyor... Bu kadar rezalet olmaz... Bu dizinin teksti bile bizim Damdaki Kemancı’nın aynısı...” diye feryat figan tepki gösteriyor...
9-10 yaşlarındaydım Damdaki Kemancı’yı ilk seyrettiğimde... Dünya klasiklerine giren “If I were a ritch man” (Ah bir zengin olsam) parçasını yaratan, o ünlü müzikali, Broadway’de sahnelendikten sonra, Cüneyt Gökçer Türkiye’ye getirmişti ve oyunda 5 kız sahibi Sütçü Tevye’yi de kendisi oynuyordu...
“If I were a rich man... Daba diba diba, daba diba diba diba da...”
Çarlık Rusyası’nda bir Yahudi köyünde yaşayan fakir Yahudi Sütçü Tevye’nin dramıydı ve 1900’lerin başında Ukrayna’da Anatevka isimli bir Yahudi köyünde geçiyordu...
Çarlık Rusyası, orada bir Yahudi köyü, fakir sütçü Tevye ve isteklerini yerine getirmeyen kızları...
Damdaki Kemancı, “Yoksul bir sütçünün Çarlık Rusyası’nın zulüm iiktidarına dayanmasını sağlayan sevgi, gurur ve inancının hayat dolu hikayesiydi...” En iyi film ve en iyi yönetmen dahil olmak üzere 8 dalda Oscar’a aday gösterildi ve dünya klasikleri arasına girdi...
***
Önceki gece ATV’de yayınlanan Elveda Rumeli dizisine bakıyorum...Dünya klasiklerine giren Yahudi Sütçü Tevye, el çabukluğuyla Sütçü Ramiz oluvermiş...
Ayten Gökçer, “Sütçü Tevye’den, kızıyla evlenmek isteyen terziye, çöpçatandan, kasapa ve anarşist oğlana kadar herkes aynı yeni dizide...” diyor...
“Üstelik konuşmalar, diyaloglar, tekst de aynı... Onu bile değiştirme gereği görmemişler...”

YAPIMCISI NE SÖYLÜYOR?..
Sorun bu yönüyle bir sanat eserinin araklanıp araklanmaması konusudur belki...Ama bir başka yönü var ki, o bugünlerde Türkiye’de iktidar avantalarından yararlanmak için hızla çoğalan, “Televizyonlarda türban takarak program yapmaktan, gece saat 21’de canlı yayınlarda oruç açmaya varan, bir zırvalıklar, sakillikler ve yalakalıklar ve fırsatçılıklar dönemine denk düşen ilginç rastlantıdır.”
Dünya klasiklerine giren ve bütün dünya gençlerinin Yahudi Sütçü Tevye diye öğreneceği olayı bundan böyle Türkiye’deki gençlik Sütçü Ramiz olarak öğrenecek...
Olay Çarlık Rusyası’nda bir Yahudi köyünde geçmeyecek, Makedonya’da Manastır yakınlarında bir Osmanlı köyünde gerçekleşecek...
Belli ki Yahudi Tevye, Sütçü Ramiz olacak...
Elveda Rumeli dizisinin konusu resmi sitesinde şöyle yazıyor:
“Elveda Rumeli’de 500 yıllık hakimiyetten sonra Rumeli’ye elveda diyen bir halkın hikayesini kimi zaman kahkahalarla kimi zaman gözyaşlarıyla izleyeceksiniz...”
Ne yazık...
Osmanlı’nın aldığı topraklardan çekilirken yaşanan dramlar bile dünya çapındaki bir klasik oyunun Yahudi köyündeki dramından alınıyor...
Yarın Elveda Rumeli dizisini izleyen genç bir Türk çocuğu, Avrupa’daki bir yaşıtıyla konuşurken acaba Damdaki Kemancı hakkında ne diyecek?..
-Damdaki Kemancı mı? O ne?.. Bizde Damdaki Kemancı ve Sütçü Tevye yok... Bizdeki Sütçü Ramiz... O olay Çarlık Rusyası’nda geçmiyor... Makedonya’da Manastır köyünde geçiyor... Nereden çıktı şimdi bu Yahudilik ve Tevye... Nasıl takarsınız bu adı bizim Sütçü Remzi Efendi’ye?..
***
Elveda Rumeli’nin dünkü ratinglerine bakıyorum... Totalde 15 share, sosyo-ekonomik düzeyi yüksek AB grubunda ise yüzde 19’larda...Yani üst gelir grubunda, açık olan her yüz televizyonun 19’unda bu dizi izlenmiş...
Yapımcısı Tarkan Karlıdağ’la konuşturuyorum Gülşen Yüksel’i...
“Ana temada benzerlikler var... Ama genel anlamda benzerlik taşımıyor” diyor yapımcı...
ATV şu anda TMSF tarafından atanmış bir yönetimin elinde...
Elbette TMSF’dekiler bunun böyle olmasını istemediler...
Ama hayat böyle bir şey...Herkes Türkiye’nin yeni durumundan kendine vazife çıkartıyor...
Birileri canlı yayında türban takmaya başlıyor...Öteki türbanlı resim veriyor...
Diğeri gecenin 9’unda “Orucumu daha açmadım... Oruç açacağım” diye tutturuyor..
En sonunda Damdaki Kemancı’daki Sütçü Tevye, oluyor Sütçü Ramiz...
Çarlık Rusyası oluyor Makedonya...
Artık Türkiye bu yeni sunumu izleyecek televizyonlardan...
***
En çok neyi merak ediyorum biliyor musunuz?..Hani Cumhuriyet rejiminin renklerinden memnun olmayan, onları haki renkten ibaret sayan, Cumhuriyet’in çoğulculuğuna dayatmacılık diyen, Mustafa Kemal’in valsine batının üretim değil, tüketim kopyacılığı muamelesi çeken, çok renkli ve çok demokrat İkinci Cumhuriyetçi arkadaşlar var ya...
Acaba onlar “Damdaki Sütçü Ramiz’e ne diyecekler?..” Hani “Çağdaş dünyayla nihayet bütünleşiyoruz ya...” Damdaki Sütçü Ramiz için de iki satır attırsalar diyorum...
Ramazan vakti bu fakiri sevindirme niyetine!!!

Bu gibi durumlar pek çok dizinin başına geliyor ne yazık ki; kimi haklı kimi haksız bu sözlerin. Bazen senarist arkadaşlarımız haksız yere hırsız konumuna düşerken bazen de sanıldığı kadar masum olamayabiliyorlar ve başka bir meslektaşlarını mağdur ediyorlar, bazen de olay kendilerinin dışında gelişiyor… Bu gelişimleri birkaç başlık altında toplayabiliriz.

1-Senarist bir öykü bulmuştur, hele hele mesleğe yeni başlayan bir arkadaş ise bulduğu öykü ona göre dünyanın en güzel öyküsüdür. Senaryosu kanal kanal gezerken bir de bakar ki benzer bir konu başka bir yerde oynamakta. Zaten “eserim çalınır mı?” paranoyası içinde olan arkadaşımız ayağa kalkar, feveran eder. Oysa örtüşen sadece bir iki tema vardır, örneğin her iki senaryoda da bir taksi şoförünün aşkı işlenmektedir. Bu kolay akla gelecek bir türüktür, yüzlerce dizinin çekildiği bir ortamda iki kişinin aynı temayı bulması olasılık dahilidir. Gene bu günlerde başlayan “Pusat” dizisiyle ilgili bir intihal iddiası gündeme geldi. “Sahipsiz Gezegen” isimli romanla “birebir örtüştüğü” söylenmekte, bunu destekleyen iki dayanak ileri sürülüyor; her iki eser de Sivas Suşehri’nde başlıyor ve her ikisinin karakteri de boksör… İnternette şöyle kısa bir tur atınca Suşehri’nin özellikle kickboksun yoğun olarak yapıldığı yerlerden biri olduğunu görürsünüz. Yani bir boksörün hayatı yapılacaksa her iki taraf da doğru yerden başlamış. İntihal iddiası belki doğru belki yanlış, dramatik yapının ilerlerde örtüşüp örtüşmediğine bakılmalı. Yani iki yerde de Sivaslı bir boksör olması iddia için yeterli değil.

2-Bazen iddialar doğrudur; senaryo yazarı başka bir eserden bilerek yürütmüştür…

3-Bazen senaristin yıllar önce okuduğu öykü, izlediği film veya bir meslektaşından dinlediği öykü bilinçaltına yer eder, yıllar sonra bu sanki kendi fikriymiş gibi ortaya çıkar. Burada art niyet yoktur ama senarist için zor bir durumdur…

4-Bazen izlenen öykü, filmden esinlenme, çağrışım yollarıyla yeni bir eser ortaya çıkar. Bu esinlenmede aşırıya kaçılırsa senarist intihalle suçlanır. Burada akılcı olmakta fayda var, eğer ki başlangıçta belirgin bir benzerlik yapıp da adınız intihalciye çıkmışsa yandınız demektir. İşin devamında tamamen özgün işiniz bile devam etse bu suçlama sürer, daha da acısı sizin özgün işiniz bu kez yola çıktığınız eserin sahibine mâl edilir.

5-Uyarlama işler de vardır, örneğin Ahmet Vefik Paşa’nın Molier uyarlamaları meşhurdur. Tabii asırlar önce ölmüş Molier için böyle bir sorun yok ama söz konusu yakın zaman yazarları olunca burada dikkat etmek gerekiyor. Eser sahibinin adını anıp uyarlamanızı yaparsanız mesele kalmıyor. Nitekim geçtiğimiz yıllarda yapılan bir iki sitkomda bu denendi. Sonra gene unutuldu…

Burada bıçak sırtı kadar hassas bir nokta var… Genellikle TV dizilerinde projeler senaryo yazarları ve yapımcıların kafa kafaya vermesiyle hazırlanıyor.
Yapımcı doğası gereği ticari olarak yaklaşır, kendini güvenceye almak ister; hele hele bizim yapımcılarımız riske girmeyi asla istemez. İşportacı, bakkal, market sahibi, süpermarket, hipermarketler zinciri sahibi yaptıkları iş gereği esnaf sınıfına girerler. İşportacılıktan başlayıp marketler zinciri kuran kişilerin öykülerini duymuşuzdur…
Bizim yapımcılarımız işportacılığı geçtiler, bakkallığı geçip market kuranlar da var ama bir türlü zincir oluşturmak istemiyorlar, azıcık aşım kaygusuz başım diyerek günü kurtarmak onlara yetiyor.
Risk olmayınca, farklı yeni bir projenin nereye varacağını bilemediklerinden; daha önce denenmiş sonucu alınmış işleri tercih ediyorlar. Senaryo yazarlarından bu tür işler istiyorlar.
Bazen eski bir film oluyor bu, o kaynak film de zamanında başka bir kaynaktan alınmışsa idare ediliyor bir yere kadar, neticede anonim bir konu, diyip geçiyoruz…
Bazen çok belirgin bir eser olunca iş değişiyor. Senarist uyarladığı eserin kaynağını belirtirse yapımcısının canını sıkıyor çünkü muhterem, telif ödemek zorunda kalacak; kaynak belirtmeze kendine ait olmayan bir konuya imza atarak intihalci damgası yiyecek. Yani iki ucu kirli değnek misali bir durum. Genellikle benim fedakar, cefakar senaristim yapımcısını kurtarmak için kendini feda ediyor. Ama bu arada mesleğimiz de yara alıyor tabii…
Hatta bu durumu görmezden gelip , utanmadan “Türkiye’de senaryo yazarı yok” diyenler de (özellikle yapımcılar içinde) çıkabiliyor.

Gelelim “Damdaki Kemancı” örneğine; bu aslında Solem Aleyhem’in romanı, oyunu oynadı, filmi çekildi. Klasik bir roman defalarca filme çekilir ve sahnelenebilir. Solem Aleyhem’in ölüm tarihi 1916, yani teliften de düşmüş durumda, yapımcı elini cebine atmak zorunda da değil. Göğüslerini gere gere “Bu dizi Solem Aleyhem’in eserinden uyarlanmıştır” diyebilirlerdi, gördüğüm kadarıyla da çok başarılı bir uyarlamaydı.
Atay SÖZER

Elveda Rumeli Dizis

Hiç yorum yok: